Uzmanlık ve İman

Uzun bir süredir gündemin birinci sırasında yer alan salgın sayesinde tıp alanında uzman olanlar hayatımıza yön vermeye başladılar ve devam ediyorlar. Medyanın etkisiyle büyük bir kitle, tıp uzmanlarının bir bölümüne iman ederken, medya tarafından dışlanan diğer bölümünün kâfiri oldular. Mevcut durumda tıp adına söz söyleme yetkinliğinde olanlar ikiye ayrılmış, her kesimin kendi mümin ve kâfirleri oluşmuş gibi görünüyor. Oysa salgından önce her iki kesim de uzman olmayanlar için aynı seviyede bilim adamlarıydılar. Bilimin, bilim adamı olmayanlar için imanın konusu haline gelmiş olduğu belki de ilk kez bu derece açık biçimde ortaya çıkmış durumda. Öyle ki; bir yıl boyunca hastalara yanlış ilaç verip belki de ölümlerine sebep olduğu halde “bilime inanın” sloganları ekranları doldurmakta. Çünkü uzman olmayanlar için söylenenlere iman etmek veya reddetmekten başka yapılabilecek bir şey yok. 

Buna rağmen bilim adamlarına iman eden veya reddeden sıradan insanların hiçbiri onların okudukları kitapları okuyup bilim adına ahkâm kesmeye kalkmadılar. Salgından sonra tıp fakültelerinin ilgili bölümlerinde okutulan tıp kitaplarının satışlarında patlama da olmadı. Bilim adamlarının kullandıkları ve doğal olarak uzman olmayanlara hiçbir şey ifade etmeyen bir kaç tıbbî terimi kırık dökük diline dolayıp uzmanlara akıl öğretmeye kalkan bir kitle de oluşmadı. Medya tarafından hayatımıza zorla sokulan, Türkçesi olduğu halde korku yaratmak için yabancı dilde olanı pompalanan bir kaç terim dışında pek çok kavram sadece tıp uzmanlarının birbirleri ile anlaşmak için kullandıkları ifadeler olarak havada uçuşup durdu. 

Aslında anlaşılması hiç de zor olmayan bu doğal durum, söz konusu Allah’ın Kitabı olduğunda her nedense tepki çekmektedir. “Kur’an teknik bir kitaptır, sayısız kavram içerir ve bu kavramlar işin tekniğini, dilini, metodunu bilen eğitimli uzman bir kadro tarafından yoğun mesailer harcanarak anlaşılabilir. Bu herkesin yapabileceği bir iş değildir, herkesin uzman olmasına gerek de yoktur” dediğimizde ruhban sınıfı oluşturmakla suçlanmak, “her şeyi bir tek siz mi biliyorsunuz” zırvasına maruz kalmak, “Kur’an’ı herkes anlamaz mı diyorsunuz” garabetine muhatap olmak yıllardır günlük rutinimiz arasında yer almakta. Bunları söyleyen hiç kimse salgında uzman olarak konuşanlara “bir tek siz mi biliyorsunuz, ne yani biz tıbbı anlayamaz mıyız” şeklinde çıkışmayı aklından bile geçirmemiştir. 

Oysa Kur’an üzerinde yapılabilecek çalışmaların en alt seviyesini oluşturan meal okumak dahi aslında Allah’ın Kitabını değil, bir uzmanın yazısını okumaktır. Meal okuyan biri, kendisinden daha yetkin ve uzman bir kişiye teslim olmuş demektir. Başka çaresi yoktur. Hal böyleyken, anadilinde dahi doğru ve akıcı okuyamayan kitleler, iki satır meal okuyup birkaç kelimeyi yalan yanlış telaffuz eder etmez Arapçayı ve Türkçeyi kendisinden bin kat daha iyi bilen, tüm literatürü yalayıp yutmuş bir uzmana ayar vermeye kalkmaktadır. İnsanlar arasında, söz konusu Allah’ın Kitabı olduğunda, mealini okuyan herkesin alim kesildiği garip bir tavır hakim. 

Kur’an’a bakıldığında ise insanlar Allah’ın Kitabı konusundaki bilgi derecelerine göre sınıflandırılmaktadırlar. Kitaptan hiç bilgisi olmayanlara “ümmî”, Kitap hakkındaki bilgisine değinilmeksizin, sırf ona sahip olmaları konu edilenlere “kendilerine Kitap verilenler (ûtu’l Kitap)”, Allah’ın Kitabı üzerinde uzmanlaşmış olanlara ise “ehl’i Kitap” denmektedir. Hatta bununla da yetinilmeyerek Kitabı okumanın ilmini derinlemesine bilenler için “rasihler” ifadesi kullanılır. Bunun dışında bilgi bakımından daha farklı tasnifler de yapılır. Yani Kur’an’a göre de Allah’ın Kitabı birileri tarafından uzmanlık seviyesinde bilinirken büyük kitleler bu kişilerden Kitabı öğrenirler. 

Aslında bundan daha doğal bir şey de yoktur. Hayatın her alanında durum bu şekildedir. Herkesin doktor olması gerekmediği ve hatta olmaması gerektiği gibi herkesin Kur’an üzerinde derinlemesine bilgi sahibi olması da gerekmez. En iyi Kur’an aliminin de hastalanınca doktora muhtaç kalması gibi en iyi doktorun da Kur’an’ı onun ehlinden öğrenmesi çok doğaldır. 

Tüm bunların yanı sıra birden fazla doktor olması tıpta herhangi bir konudaki gerçeğin de birden fazla olduğunu göstermez. Aksine gerçek bir tane olduğu için doktorlar içerisinde konunun gerçeğini bilen veya bilemeyip yanılanlar vardır. Allah’ın Kitabında da gerçek bir tanedir. Meallerin veya hocaların çok sayıda olması bu durumu değiştirmez. Bir konuda iki farklı görüş varsa biri mutlaka yanlıştır. Allah’ın Kitabı kişiden kişiye, devirden devire, toplumdan topluma değişiklik göstermez. Gösteriyorsa Allah’ın Kitabı değildir. 

Bunları söylediğimizde bizi yeni bir ruhban sınıfı oluşturmakla suçlayanların muhakeme düzeylerinin hamam böceği mesabesinde olduğunu söylemek inşaallah hamam böceklerine hakaret sayılmaz. Ruhban sınıfı; Allah’a ait yetkilerin kendilerinde bulunduğunu iddia eden, Allah gibi günah affeden, dünya sıkıntılarından ve ahiret azabından kurtaran, kendilerini Allah’ın yanına ilah olarak yerleştirmiş sınıftır. Bu sınıf insanları din adına sömürmek için oluşturulur. Bunların Allah’ın Kitabında hangi kavram ne anlama geliyor, Rabbimiz burada bu kelimeyi neden kullanmış gibi dertleri yoktur.

Kur’an’da söylenene uygun biçimde, “Kur’an’ı anlamanın bir metodu vardır, bu metotla ayrıntılı bilgiye ve hikmete ulaşılır, bu da uzmanlık gerektiren ve bu uzmanlığa sahip bir ekiple yapılabilecek bir iştir” dediğimizde bundan o ekibe kulluk edilmesinin istendiği sonucunu çıkarmak, henüz zihinsel açıdan ana sınıfı mertebesinin dahi çok altında bir seviyede olunduğunun açık kanıtı sayılmalıdır.

Asıl Kur’an’ın farklı şekilde yorumlanabileceğinin iddia edilmesi, iki ayeti mealinden yarım yamalak okuyanın kendisini din adına konuşabilir durumda görmesi ruhban sınıfının oluşmasına davetiye çıkarır. Nitekim Rabbimiz Kur’an’ın Allah’ın açıklamasına ulaşmak yerine bir insan tarafından açıklanmaya ve yorumlanmaya kalkılması durumunda Allah’tan başkasına kul olunabileceğini bildirmektedir.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı: